Hayatım boyunca yaşlanmaktan yana bir endişem olmadı. Makul çözüm yolları yoksa, bence bir sorun da yoktur. Aynı sebeple, yok-yaz-gelsin-aman-kış-gitsinciler ile bu-yıl-bitsin-yenisi-gelsin-artıkçıları hiç anlamam. Değişmesi, önüne geçmesi imkansız olanı sorun etmemeli. Zaten yeterince dert var, çözebileceklerinize odaklanın. (Kışı da sevin yazı da. Yeni bir yıla da siz kendi kafanızda giriyorsunuz, evren bundan bihaber.)
Yaş ile ilgili hayıflanıyorsam bu yaşlanmaktan değil, aldığım yaş ile olmayı beklediğim nokta arasındaki uzaklığa sitemden kaynaklanabilir ancak. Yoksa kaz ayakları kimin umurunda.
Yani yaşlanmak değil sorun, yıllara yetişememek, hani o geç kalmışlık hissi. O da atadan miras…
Hoş, bizden öncekilerle karşılaştırırsak, Y kuşağı olarak biz, hep erken gidip her şeye geç kalanlarız. (Annemiz bizim yaşımızdayken, neleri neleri çoktan aradan çıkarmıştı, değil mi?) Onlar alışamadılar ama biz ‘doksanlar’ biliriz, başka yoldan gidemedik.
Biz hep, her-şeyi-yapıp-daha-fazlasını-yapması-beklenenleriz. Tam da bu sebeple ne kendimiz tatmin olduk ne de bekleyenleri tatmin edebildik. Öyle hiçbir şeyin hazırına da konmadık üstelik. Desteklenmedik değil ama çok didindik. İşin kötüsü büyük bir kısmımız, bunun karşılığını ne maddi ne manevi alamadı. Sonunda, sonradan gelenlerin öyle kolay yollardan yürüyüp, hedefleri patır kütür aştığını da görünce… Çok-da-gerek-yokmuş dedik, olmasa-da-olurmuş dedik ama yine de işte, yine de, o zamana kadar ki emeğimizi bırakıp kolayı seçemedik (en azından bir kısmımız). Çünkü bazen bırakmak, kendinden vazgeçmek anlamına gelir. Değilse bile, işte bize böyle öğretildi. Çok üzgünüm ama sanıyorum ki bize kalıpların dışında düşünmeyi öğretmediler, belki daha doğrusu bize kalıpların dışına çıkmayı yasak ettiler. Daha da doğrusu, bize her şeyi dosdoğru öğrettiler ama başkasını seçmeyecek şekilde işlediler. Biz diğer yolların da farkında olup yine de aynı yolu yürüyenleriz. Bizden öncekiler, tercih hakkı olup seç-e-memenin, daha ağır olabileceğini kabul etmeyecekler. Olsun.
Onlara göre bizler, bir elimiz yağda ötekisi balda büyüdük. Nitekim haklılar da sorun şu ki bizden sonrakilere bu şartları sağlayamayacak olmanın ağırlığı altında eziliyoruz. Ne çok şikayet ettim. Oysa ki biz, imkanlar denizinde yüzenler, şikayet etmemesi gerekenleriz.
Her şeye rağmen yine de bu zamana doğmuş olmaktan memnunum. Sırf çocukluğum yeter, bizler ki son çocuklar; hiç büyümeyecek olanlar. Ne mutlu bize!
Geçen önüme bir tweet düştü çocukluğunuza dair aklınıza gelen kokular diye. Aklıma gelenler: hanımeli, yasemin, denizin saçlarımda bıraktığı tuz, oynadığımız toprak ve annemin hamur işlerinin kokusu oldu. Ne güzel çocukluk! Çocukluğumuzun kokusu vardı bizim, korkarım şimdikilerin yok. Varsa da eminim ki çiçek kokmuyor. Sanallıktan komple paçayı sıyırdığımızı söyleyemem, bizi de aldı ve kendine kattı. Ama en azından çocukluğumuz gerçekti. Şimdikilerin aksine bizim elle tutabildiğimiz fotoğraflarımız var.
Bugün +1 olduğum şu günde benden öncekilerin bu yaşında olduğu noktaya çok uzağım, onların yap(a)madıklarını yaptığım farklı bir noktadayım. Ancak hayat eskisi kadar bonkör değil, yeterince kredi vermiyor. Daha doğrusu bizim yaptıklarımızın ödüllendirildiği bir düzende yaşamıyoruz. Bizlere okuyarak bir yerlere gelineceği öğretildi. Biz de okuduk ve aslına bakarsanız geldik de. Ama bu sırada dünya değişti. Erken gidip, geç kaldık. Yaptıklarımız sadece bize değer kattı ve değer görmediğimiz şu noktada en vahim durumdayız: Değerli olduğumuzun farkındalığına sahip, kıymeti bilinmeyenleriz. Etrafımız okudun-okudun-da-ne-olduncular, dünyayı-sen-mi-kurtaracaksıncılar, sen-bunu-yaptın-da-kaç-para-kazanacaksıncılar, ben-senin-yaşındayken-iki-çocuk-doğurmuştumcular, ne-zaman-evleneceksinciler, bu-işin-daha-kolayı-yok-muyducular ve daha aklınıza gelebilecek çok sayıda ocu-bucular ile çevrili. Eskiden yanıt falan vermeye çalışırdım, şimdi ben de saldım-gitsinci oldum. Bir noktada meditasyon şart. Ocu-bucuları bırakın gitsinler.
Önceki yaşım (maalesef) birçok hayat tecrübesi edinmemi sağladı. Bir gün öleceğini bilmek ile bir an sonra gerçekten öleceğini düşünmek arasında dev bir uçurum varmış. Yaşayana kadar bilmiyordum (canım Türkçe). Yaşadığımız deprem felaketi, muhtemel bundan sonraki hayatımı kökten değiştirdi, çünkü olaylara bakışım evrildi.
Yeni yaşıma, önce sen demeyi bir kenara bırakıp kendimi önceliklendirmeye, hayatı biraz daha akışına bırakmaya karar vererek girdim. Ayrıca kafamdaki tilkilerin hiç olmazsa yarısını emekliye ayırdım. Yeni mottom: mutlu edenler için hemen şimdi, huzur kaçıranlar için bitti-gitti.
Bu yeni dünya düzeninde (aslında belki hep böyleydi de ben geç anladım) kendime, geç de olsa tüm haklarım teslim edileceği çilek tadında bir yaş diliyorum. Hem kendime hem de şu yazıda bir parça da olsa kendini bulan tüm büyümeyen doksanlar çocuklarına.
11.06.23
Ece ÇELİK ATALAY
Not: İki yıl öncede bir doğum günü yazısı yazmışım. Orada da geç kalmaktan bahsediyorum. Bazı şeyler gerçekten hiç değişmiyor. Meraklısı buradan buyursun.