“Rüyalarda buluşuruz” olacak doğrusu. Gerçekte buluşamayınca insanlar, öyle derler. Filmi bile var*.
İki kişi suya bir taş attığında, kiminki ağırsa önce o batacak amma velakin ikisi de sonunda elbet batacak. Sen daha derindeymişsin, ben daha derindeymişim ne fark eder aynı sudayız. Kaldı ki bu, dibe ilk vuruşum değil. Çok derinlere inildiğinde kapkara olur su ama ben artık mavinin hiçbir tonundan korkmuyorum. Yine de bazı kelimeleri sevmiyorum: Ölüm. İlk anlamının dışında kullanalım bu kelimeyi. İçimizdeki bütün kötülükleri öldürelim mesela. Bütün kötü düşünceleri öldürelim. Birlikte zaman öldürelim. Soğanı tavada öldürelim. Ama o kadar işte… Hem annem bana çok küçükken yasakladı, içinde ölüm geçen şarkıları dinletmedi, söyletmedi. Bi’ bildiği vardı, eminim. Anneler bilir. Ben de söz tutarım, hala dinlemiyor, söylemiyorum.
Hem yaşam her zaman bir yolunu bulur. Üç ay boyunca su dolu bir leğene oturtup tek başına bıraktığım çiçeklerim önce üzülüp kurumuşlar, sonra da ölmekten vazgeçmişler. Kuru dallarının uçlarında yeni yeşil sürgünler var. Nasıl hayatta kalmışlar bilmem, belki bütün kış sevdiğim için onları. Böyle diyorum çünkü, komşuya baksın diye verdiklerim yaşamıyor. Korkarım terk edildiklerini sandılar. Evde bıraktıklarım, döneceğimi bildikleri için hayatta kalmışlar. Yazmış, kışmış, susuzlukmuş çiçekler bile vazgeçmiyor yaşamaktan. Biz insanlara zor geliyor ya da yakınmayı çok seviyoruz. Yeniden eski güzelliklerine kavuşmalarını bekliyorum. Çiçeklerin büyümesi zaman ister ve biz zamana güvenmek zorundayız. Şimdi tek derdim bu, çiçekler. Evet böyle dertler istiyorum ben. Gündelik telaşların gözünü seveyim: pazartesi koşuşturması, işlerin yetişmemesi, otobüsü kaçırmak, yemeğin yanması, kaba ve bencil insanlar, yorgunluk, uykusuzluk, önemsiz nedenlerle yapılan tartışmalar, vakitsizlik, nakitsizlik… Sıradan bir insanın ne derdi varsa onlar işte… Hepsine razıyım. Yeter ki o kelimeyi cümle içinde kullanmayalım, dedim ya annem kızıyor. İnsan, bir cümlenin bir başka insanın kalbine neler yapacağını böylesine bilip de yine de o cümleyi kurar mı? Belki sorunları roket atarak çözeceğini sandığından, sözcükleri roket olarak kullanıyordur. Dikkat et sevdiklerine gelmesin, bütünlemeye kalırsın.
Bazen bir haber aldığımda bazen de nedensizce içime bir öküz oturuyor; hoş oturmak az gelir, kamp kuruyor ama ne var ki bir “iyiyim” lafını duymak yetiyor, kalkıp gidiyor koca öküz. Sevmediklerimizin yanında böyle sevdiğimiz laflar da var: günaydın, iyiyim, yoldayım, geliyorum, vardım, evdeyim, az kaldı, iyi geceler. Evet, evet bunlar sevdiklerimiz. Öyle uzun uzun, afili cümlelere gerek yok. Bu kadarı yeter. Beklentilerimi ilk kez sıfırlamadım, henüz çok zaman geçmedi, bir “teşekkür”e muhtaç bırakılmıştım. Öyle kolay kalbim de kırılmıyor artık benim, o eskidendi şimdi büyüdüm. Hep anlattım; sevinçlerimi, üzüntülerimi, doğrusunu, yanlışını. Hiç saklamadım, hiç saklanmadım. Şimdi değişti mi, hayır. Hala anlatıyorum ama tek bir farkla, görüp görmemeleri, anlayıp anlamamaları ya da alacağım cevaplar artık önemli değil. Görmek istemeyene, ne kadar “bak” deseniz boşa.
Çokça kazık yediğim için insanlardan çok az, hayattan çokça bekliyor ve hepsini yalnız Tanrı’dan diliyorum.
Acınızı görmelerini sağlamak için çırpınmak yerine size elini uzatanın elinden tutun, o söylemese de görmüştür yüreğinizdekini.
27.09.2019
Ece ÇELİK ATALAY
*Inception