İki ayaklı, bir kafalı; o kafanın içinde kırk tilkisi ile durmadan ‘düşünüp’ duran, -gerçek bir düşünme değil bu(!) – yaşama adaptasyonu hat safhada ancak kendi dışındakilere tahammülsüz, az yapıcı ancak daha çok yıkıcı, tıp kitaplarında her ne kadar dik durduğu söylense de aslında kambur duruşlu, toplu halde yaşayan yalnız yaratık insan.
Psikolojide temel ihtiyaçlar arasında en başta yer alır üreme… Sanki bunu doğrulamak istercesine sürekli çoğalıyoruz biz. Bunun için gelmişiz dünyaya. Öyle çoğalıyoruz ki sığmıyoruz hiçbir yere. Yaşama alanları kuruyoruz sözde kendimize… Binalar dikiyoruz, gittikçe uzuyor diktiğimiz binalar, yeryüzü yetmiyor; gökleri deliyoruz. Kendimiz dışında başka hiçbir canlıya yaşam hakkı tanımıyoruz, bunu yaparken… Ağaçmış, yeşilmiş… Ormanmış, zeytinlikmiş… Peh!
Şu mikrop diye tabir ettiğimiz küçük canlılardan yok aslında, farkımız. Biz de patojeniz; baş ağrıtıyoruz, mide bulandırıyoruz, karın ağrıtıyoruz, can yakıyoruz. Hele bazı cinslerimiz var, adamı kanser ediyor…
İstilacıyız, tek bir toprak parçası bırakmıyoruz el değmedik. Sadece toprak mı? Bizler her gün denizin de gökyüzünün de mavisinden çalıyoruz. Var mı ki bizden daha bencili?
Dünya’daki bütün türler içinde tek başınayız. Doğa almıyor artık bizi içine, ayrıştırıcıların ayrıştıramadığı pet şişeleriz biz; içimiz bomboş… Ama biz istedik bunu, kendimizi ayrı tuttuk diğer canlılardan… Belki de öyle yapmalıydık, bütün canlı türleri arasında en vahşi olanı bizdik çünkü… Yamyamlık insana özgüydü… Geçmişte kaldığını düşünüyor olabilirsiniz ama değil, hala her gün birbirimizin başının etini yiyoruz.
Bütün canlılar içinde en fazla öldüreniz biz. Sadece savaşlarla değil, çok farklı öldürme yöntemlerimiz var bizim, bu konuda da kendimizi aştık. Tabancayla, topla, tüfekle… Gaz odalarıyla… Atom bombasıyla… Bunlar, görünenler. Bunların dışında: işkence ederek, döverek öldürüyoruz… Kazayla öldürüyoruz; iş kazasıyla… Arabayla eziyoruz her gün yüzleri… Sonra; yanlış binayla, yanlış ameliyatla, yanlış uygulamayla… Yanlışlıkla öldürüyoruz. Yanlışlıkla ölüyoruz. Mesela, belediye çukuruyla! Bizden başka canlı yok, trajikomik şekilde ölen. Biz neden olmadıysak eğer.
Gariptir bu kadar ölmeye yok olmadık, dayanıklı bir türüz. Dedim ya adaptasyon yeteneğimiz yüksek. Ayakta da yaşıyoruz, sürünerek de… Aç da yaşıyoruz, açıkta da. Batsak da boynumuza kadar çamura, nefes alsak yetiyor. İşte bu yüzden virüs gibi yayıldık dünyaya… Zehirli sarmaşıklar gibi sardık etrafını: Patlatmak için. Ama gezegen de direniyor, belki de daha önce yaşadığı için Big Bang’i. Yine de direk tepki vermiyor bize…
Ne yok ettiğimiz bitki örtüsünün sesi çıkıyor ne de yaşama haklarını ihlal ettiğimiz hayvanların. Sanırım sabretmek konusunda da bizden üstünler… Belki de hayvanlara özgü içgüdüyle kendi kendimizi yok edeceğimizi, bizden önce sezdiler… Oysa düşünen tek canlı türü bizdik yeryüzünde.
Belki de bunlar hep, fazla düşündüğümüzden, çok ‘’düşünceli’’ yaratıklar olduğumuzdan…
26.12.14
Ece ÇELİK